Heyecansız yaşayan insanlara hep şaşırmışımdır. Çünkü tecrübelerime dayanarak konuşuyorum ki, insanların başarılarının ve hayata güzel bakmalarının en büyük yardımcısı heyecan duymaktır. Üstelik heyecan, heyecanı beraberinde getirir. Tabii ki sözü tenise getireceğim. Düşünsenize monoton bir hayat hemen hemen herkes için geçerli. Oysa her gün 1 ya da 2 saatinizi tenis oynayarak geçirdiğinizde size neler olacağını kısaca sayayım: Önce sizi rahatsız eden tüm düşüncelerinizi kafanızdan atıyorsunuz. Sadece tenis topunu fileden nasıl geçireceğinizi düşünüyorsunuz. En azından karşınızdaki rakibinizden nasıl daha iyi olabileceğinizi, her puanın size vereceği hazzı hissedin. Yani bir nevi beyin jimnastiği. Topu kısa mı atsam uzun mu? Yoksa hemen filenin önüne mi veya servisinizi hangi hızla atacaksınız? Bu arada tenisçilerden biri sizi seyrediyorsa ve sonradan kritik edecekse ayrı bir heyecanla topa vuruyorsunuz. Tabii bu arada vücudunuzdan terle birlikte çıkan toksinler de cabası. Ve de en güzeli her geçen gün biraz daha kaslı hale gelen ve şekil alan vücudunuz. Kollarınızdan, göğsünüzden, bel ve bacaklarınıza kadar. Üstüne bir de ılık duş. İşte hayatın tadı Coca-Cola (tabii ki şaka). İşte bütün bunlar istediğiniz an, istediğiniz yerde hayatınıza kattığınız zevk ve heyecan. Benim işime zevkle ve heyecanla sarıldığım günler genellikle tenis oynadığım günlerdir. Yani başarıya giden yol için en azından günümün iki saatini kendime sağlıklı biçimde ayırıyorum. Her şeye sıfırdan başlıyorum. Hele bir de tenis maçının sonunda dalga geçecek bir partnerim varsa... Kısacası bizim dilimizde bu partnerlere "kek" denir. Eğer üst üste 2 maç verdiyse ve de gardrobunuzu döşediyse o zaman da adı "çikolatalı kek" olur ki bende bunlardan çok var. İşte bu da tenisin madden kazandırdıkları. Kısacası tenisi çok seviyorum. Not: Bazen de tenis topunun yerine sinirlendiğiniz birinin kafasını da hayalinizde koyabilirsiniz. Böyle zamanlarda maçı kazanma ihtimaliniz daha fazla. Hülya AVŞAR |